Bulaşıcı hastalıklarla mücadelede koruyucu sağlık hizmetleri esastır.

Bulaşıcı hastalıklarla mücadelede koruyucu sağlık hizmetleri esastır.

3 Nisan 2021 Kapalı Yazar: admin
Int. Dr. Balım Dilege Balcı

İnsanlık tarihi boyunca bulaşıcı hastalıklar ve salgınlar büyük ölçekli hastalıklara ve ölümlere yol açmıştır. Bulaşıcı hastalıklarla mücadelede koruyucu sağlık hizmetleri esastır. Doğaya insan müdahalesi, doğal yaşamın bozulmasına, ekolojik dengeye, ekosistemlerin ve eşitsizliklerin şiddetlenmesine yol açarak daha büyük yıkıma ve salgınlara neden olur. Son örnek, salgın olarak deneyimlenen ve tanımlanan COVID-19’dur. Küresel hastalıkların ortaya çıkması günlük alışkanlıklardan sosyal politik, ekonomik ve kültürel yapılara kadar köklü değişikliklere neden oldu. Bu değişiklikler temel olarak toplumdaki savunmasız grupları etkiler. Bu, kamuoyuna demokratik ve bilimsel müdahale ile önlenebilir. Salgın hastalıkların toplum ve kişiler üzerine olan etkilerini farklı açılardan ele alarak çözüme daha tamamlayıcı bir şekilde yaklaşabiliriz.

Öncelikle salgın yönetimi konusu ele almak istiyorum. Bulaşıcı hastalıklar diğer hastalıklardan farklıdır, çünkü sağlık kavramında yer alan sosyal belirleyiciler nedeniyle, başkalarına zarar vermenin yanı sıra, insanlar için başka riskler de oluştururlar. Salgın ile etkin bir mücadele; bireysel ve toplumsal düzeyde alınacak önlemlerle korunma, yaygın bir biçimde tarama testinin uygulanmasıyla aktif vaka saptama çalışmaları, kuşkulu vakaların kesin tanısı ve tedavisi, temaslıların araştırılması, izolasyonu/karantina altına alınmaları adımlarını kapsar. Bu kapsamlı sürecin, farklı mesleklerin birikimi ve iş birliğine, halk sağlığı yöntemlerine ve epidemiyolojinin bilimsel rehberliğine dayanması gerekmektedir. Öte yandan salgın sürecinde zamanla yarış söz konusudur. Bu nedenle, derhal bir karar verilmeli ve tedbirler bağımsız olarak uygulanmalıdır. Salgında, toplum ve tıbbın tüm bileşenleri arasındaki ilişkinin ana temeli olan güven ilişkisinin korunması ve güçlendirilmesi çok önemli hale gelir. Hükümetin, özellikle Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu güven inşa etmektir. Sağlık Bakanlığı derhal salgının gerçek kapsamı, bulaşma şekli, tanı, tedavi ve korunma yöntemleri hakkında halkı bilgilendirmelidir. Hastaların mahremiyetini koruyarak, salgının birey, yer ve zaman özelliklerine göre dağılımı konusunda halk bilgilendirilmelidir. Yetkililer, okullar, fabrikalar, yetimhaneler, hapishaneler, kışlalar gibi halka açık yerlerde yaşayan insanları bilgilendirmeli ve almaları gereken koruma önlemlerini meslektaşlarıyla paylaşmalıdır. Salgın yönetimi panik ortamı yaratmadan ama olayın ciddiyetini doğru bilgilendirmeyle aktarmayı gerektirir. Vakaların saptanması ve salgının gerçek boyutunun ortaya konması önemlidir. 

Tanı sürecinde kullanılan test ve yöntemlerin uygulanmasında bilimsel ve öngörülebilir standartlar oluşturulmalı ve herkese eşit olarak uygulanmalıdır. Salgınların önlenebilmesi, salgın sürecinde sosyal düzenin korunabilmesi, bireyin topluma olan güveninin güçlendirilmesi ve sürdürülmesi toplumsal katılımın sağlanması ile olanaklıdır. Bu durumda, karar vericilerin, diğer yöntemleri göz ardı etmeden, kapsayıcı ve süreci gözden geçirmeye hazır olmaları önemlidir. Sosyal sorunların çözülmesinin halk sağlığı etiğinin temel prensibi olduğu ve bilimsel yöntemlere dayandığı unutulmamalıdır. Salgın, genel sağlık önlemlerinin halk sağlığını korumada yetersiz olduğu bir dönemdir. Salgınla mücadelede hasta veya sağlıklı olduğuna bakılmaksızın bireylerin özerkliğinin, özgürlüğünün, tanı ve tedavi seçeneklerinin sınırlandırılması söz konusu olabilmektedir. Bu kısıtlama, insan onuruna zarar vermeyecek, ötekileştirmeye ve damgalanmaya neden olmayacak şekilde yapılmalıdır. Kısıtlamanın nedenleri açıklığa kavuşturulmalı, karar finansal ve sosyal sonuçlar dikkate alınarak verilmelidir. Kısıtlamalar, kısıtlamaların adil uygulanması ve sosyal katılımın iletişimi ve şeffaflığı açısından insani koşullar sağlanmalıdır. Tüm önlemler bilimsel değerlendirmelerle tutarlı olmalıdır. Bu önlemlerin uygulanması, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamak anlamına gelmemelidir. Bir salgında, devletin insan hakları yükümlülüklerinin değişmediği, sadece hastalığın önlenmesi için gereken bazı önlemlerin insan hakları ve özgürlükleri üzerinde kısıtlamalara yol açtığı belirtilmelidir. Bu nedenle, salgınları bir bahane olarak kullanarak salgın önleme ile ilgili olmayan yaptırımlar hiçbir şekilde kabul edilemez. Alınan tüm kısıtlayıcı önlemler yasal bir dayanağa sahip olmalı ayrıca salgının önlenmesi için gereklilik ve uygunluk göstermeli, bir zaman sınırına sahip olmalıdır. Evde kalma gibi kişilerin özgürlüklerinin sınırlandırıldığı durumlarda, evde kalanların tıbbi, ekonomik ve sosyal gereksinimleri  için kamusal kaynaklar kullanılmalı, alınan önlemler nedeniyle yaşanabilecek olası maddi kayıplar sosyal devlet ilkeleri uyarınca telafi edilmeli, toplumsal dayanışma pratikleri geliştirilmelidir. Salgından çıkar sağlamaya yönelik stokçuluk, karaborsacılık vb. yaklaşımların önlenmesi çok önemlidir. Salgından korunma önlemleri ciddiyetle ve özenle uygulanmalı, kimse dışlanmamalı, korunma önlemlerinin alınması konusunda sorumluluk bireylere bırakılmamalıdır. Korunma önlemleri ve tedaviler için yapılacak her türlü harcama kamusal kaynaklardan sağlanmalıdır.

Bunun dışında salgın sürecinde üzerinde durulması gereken başka bir konu olan sağlık hizmetlerine konusuna değineceğim. Salgın sırasında sağlanan tıbbi bakım, en yüksek hasta güvenliğini sağlamalı ve profesyonel tıbbi standartları karşılamak için tasarlanmış koşullar altında sürdürülmelidir. Yeni tanımlanan ajanların neden olduğu bulaşıcı hastalıklar için devlet, tıp uzmanlarının ve profesyonel kuruluşların mesleki gelişimi için gerekli bilimsel eğitimi sağlama sorumluluğuna sahiptir. Bulaşıcı hastalıklar yaygın olduğunda, toplumun sağlık hakkını korumak için gerekli sağlık hizmetlerini nitelikli, eşit ve erişilebilir bir şekilde sağlamak giderek daha önemli hale gelmektedir. Enfeksiyöz bir patojenin tanısı, tedavisi veya önlenmesi için tıbbi müdahale önerilen bireyler, diğer tıbbi müdahalelerde olduğu gibi riskler, faydalar ve alternatifler hakkında bilgilendirilmelidir. Bu süreçte hangi tıbbi müdahalenin kabul edileceği konusunda nihai kararın hastaya ait olması gerektiği unutulmamalıdır. Halk sağlığı için önemli riskler oluşturacağına dair güçlü gerekçeler olduğunda ve bu risklerin ortadan kaldırılmasında hastayı izole etmek de dahil olmak üzere halk sağlığını korumak açısından başka hiçbir önlem mümkün olmadığı durumda bu onam alınmayabilir. Salgın sürecinde, diğer sağlık sorunları göz ardı edilmeden toplumun gereksinim duyduğu sağlık hizmetlerinin sunulması, nitelikli ve eşit şekilde ulaşılabilir olmasının sağlanması, sağlık hizmetlerinin ve kaynakların adil dağılımının planlanması ve uygulamaya geçirilmesi de devletin yükümlülüğüdür. Kişisel koruyucu ekipman, sağlık hizmetlerinin sunumunda en önemli konulardan biridir ve sağlık personeline yeterli, düzenli, uygun ve sürekli bir şekilde sağlanmalıdır. Koruyucu malzemelerin azlığı kabul edilemez. Kişisel koruyucu ekipman sağlanamaması salgının yayılmasında başlı başına bir risk faktörüdür. Kaynakların kısıtlılığı koruyucu donanım eksikliğinin gerekçesi olamaz. Salgınla etkili bir şekilde mücadele etmek büyük ölçüde sağlık uzmanlarının bağlılığına bağlıdır. Sağlık profesyonelleri bu süreçte önemli kişisel riskler üstlenirler. Bazı sağlık profesyonelleri toplumun en dezavantajlı üyeleri olabilir ve gerçekleştirmeleri gereken görevler üzerinde çok az kontrole sahip olabilirler. Bu çalışanlar daha yüksek risklerle karşı karşıyadır ve bu nedenle mümkün olan en güvenli çalışma ortamı sağlanmalı ve en iyi şekilde korunmalıdırlar. Çalışanın bir salgın sırasında daha yüksek riskler üstlenmek için önceden belirlenmiş bir görevi olup olmadığına bakılmaksızın, riskin en aza indirilmesi, tedaviye erişimde öncelik tanınması, psikososyal destek verilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi, salgın sonrası toplumsal yaşama yeniden katılımının sağlanması ve ayrıca aile bireylerine destek verilmesi, şeffaf bilgilendirme yapılması gibi konularda devletin sağlık çalışanlarına karşı bir yükümlülüğü vardır. Yeterli koruma olanaklarının sağlanamadığı durumlarda sağlık çalışanlarının çalışma ortamının olumsuzluklarının en kısa zamanda düzeltilmesi için gerekli girişimlerde bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır.

Sağlık çalışanları arasındaki ilişkiler de bu hassas sürecin yönetilmesinde önemli rol oynar. Salgınlar sağlık çalışanlarında kaygı ve korku yaratmaktadır. Sürecin uzaması, riskin artması, meslektaşlarının hastalanması; kaygı ve korkuların artmasına, yorgunluğa ve tükenmişliğe neden olabilmektedir. Böylesi kaotik dönemlerde sağlık otoritelerince sürecin iyi yönetilmesi, görev tanımlarının açık bir biçimde belirlenmesi, sağlık hizmetinin sürdürülmesiyle ilgili algoritmaların oluşturulması; kişisel koruyucu donanıma erişim konusunda yetersizlik yaşanmaması, çalışma koşullarının uygunluğunun sağlanması, sağlık çalışanlarının zorlu görevlerini dayanışma içinde gerçekleştirmelerini olanaklı kılacaktır. Sağlık çalışanları arasındaki ilişkinin temelini bilimsel verilerin ışığında profesyonellik ve dayanışma oluşturmalıdır.

Salgın sürecinde bilimsel araştırmaların yapılmasının topluma ve sağlık çalışanlarına hem sürecin yönetilmesinde hem de gelecekte oluşabilecek olası durumlara karşı önem almada faydası olacaktır. Bu araştırmalar yapılırken özel bir süreçten geçildiği unutulmamalı ve buna göre hareket edilmelidir. Araştırmalar halk sağlığını ve uygun klinik bakımın sağlanmasını tehlikeye atmamalı, bilimsel geçerliliği olan, uygun metodoloji ile planlanmalı; araştırmalarda yarar/zarar dengesi gözetilmeli, gönüllü seçimi adil olmalı, elde edilen bilimsel veriler hızlıca paylaşılmalıdır. Araştırma sonuçlarına tüm toplumun ve bireylerin eşit erişimi sağlanmalıdır. Araştırma süreçlerinde toplanan biyolojik örneklerin başka ülkelere aktarılması veya saklanmasında etik duyarlılıkla hareket edilmeli, kişisel verilerin gizliliği ilkesi korunmalıdır.

Son olarak şu ana kadar bahsettiğim “salgın etiği” başlıklarını kısaca toparlamak ve bunu yaparken bugün hala hararetli bir şekilde kendini gösteren COVID-19 ile ilişkisinden bahsetmek istiyorum. Aylardır içinde bulunduğumuz ve “normal” algımızı kökünden değiştiren bu sürecin bazı ülkeler tarafından sadece medikal etik değil, temel insan haklarının bile hiçe sayılarak yönetildiğini gördük. Büyük devletlerin hükümetlerinin uyguladığı “güçlü olan hayatta kalır” politikasının kısa sürede yıkıcı sonuçlar ortaya çıkardığı inkâr edilemez bir gerçek. Genç, yaşlı demeden toplumdaki tüm bireylerin korunması gereken bu pandemi durumda çoğu ülkenin belki akıl almaz denecek tutumu nedeniyle şu an aramızda dolaşıyor olabilecek kaç kişinin yaşamanı yitirdiği belirsiz. Çok hızlı ve şiddetli bir şekilde ortaya çıkan bu salgının tedavi algoritması hala tam olarak belli olmasa da dünyanın her yerindeki sağlık çalışanları kendilerini hiçe sayarak hastaları yaşatmak için ellerinden geleni yapıyor. Kendilerini insanlığı iyileştirmeye adamış, başka hayatlar kurtulsun diye belki de kendi hayatlarından vazgeçmiş milyonlarca sağlık profesyonelinin emekleri boşa sayılarak sadece politik çıkarlar gözetilerek alınan kararları başta mesleğimize, sonra tüm insanlığa saygısızlık olarak görüyorum. Mantık ve maneviyat süzgecinden geçirilmeden alınan bütün kararlar toplumlara kaos ve huzursuzluk olarak yansıyacaktır; birlik ve bütünlüğü kötüye etkilemekten başka bir işe yaramayacaktır. Devletler ve vatandaşlar karşılıklı olarak sorumluluklarını yerine getirdiği sürece salgın süreci minumum zararla yönetilebilir. Yine karşılıklı sorumluluk ve görev bilincinin farkındalığını edinmiş toplumların bu süreci en az hasarla atlattıklarını yaşayarak görmekteyiz. Bireylerin kişisel problemi olmaktan uzun süre önce çıkan bu pandeminin atlatılmasındaki en büyük silahımız toplumsal dayanışma, özerkliğe ve hasta haklarına duyulan saygı, empati yapmak ve hem kendimize hem toplumumuza karşı taşıdığımız sorumlulukların bilincinde olmaktır.